Elizya
'' … Küçük deniz kızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış ve bir deniz köpüğü olarak sonsuza kadar yaşamış. ''
En sevdiği masalın sonunu duyamamıştı yine Elizya. Senelerdir bu masalı dinliyordu ama sonunu hâlâ bilmiyordu. Çünkü her seferinde masalın sonunu duyamadan uykuya dalıyordu. Merak etse de hiçbir zaman okumuyordu. Annesinden dinlemek daha güzeldi onun için…
Elizya uyumaya giderken annesine seslenmişti.
-Anne, masal saatimiz geldi.
Annesi on dakika sonra gelmişti kızının yanına. Masal kitabını eline almıştı ama hiç mutlu değildi bu kez. Öyle ki kitabın yarısına bile gelmeden uykuya dalmıştı. Olsun, bu gece annesiyle uyuyacak, annesiyle uyanacaktı. İnanmıştı…
Uyandığında annesini yanında bulamamıştı, yatağından kalkıp sırayla mutfağa, salona baktı. Yoktu. Dışarıya çıkmış olabileceğini düşündü. Çok da üzerinde durmadan hazırlanıp dışarıya çıkmaya karar verdi. Döndüğünde annesini bulacaktı nasılsa… Evin içini kontrol etmek için odalara göz attı. Anahtarlarını alıp evden çıktığında, evin en az kullanılan odasında duran annesinin çiçeğinin üzerindeki nottan hâlâ haberi yoktu…
Elizya, annesinin nerede olduğunu tam iki gündür bilmiyordu ve başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Annesini tanıyan herkese onu sormuş, kimseden istediği cevabı alamamıştı. Hiç kimse '' şurada, falan yerde '' dememişti. Sanki ulaşamayacağı kadar uzaktı artık ona…
Aradan tam beş yıl geçmiş, Elizya artık annesini arayamaz hâle gelmişti. Kendisine bir ev tutmuş, annesinin olmadığı o eve yalnızca annesinin gittiği günde uğrar olmuştu. Odasına gidip oturuyor, bir zamanlar anne yemeği kokan mutfakta bir şeyler yiyip çıkıyordu. Annesinin çiçeğine hiç bakmıyor, solduğunu tahmin ediyordu. Çiçeğin, annesi tarafından eski hâline döndürülmesini istiyordu… Kitap okumak ve uyumak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Kitap almak dışında da dışarıya çok fazla çıkmıyordu zaten.
Yine o günlerden biriydi… Annesinin gittiği gün… Eve gidecekti ama önce kitap alması gerekiyordu. Kendi evine erkenden dönmek istiyordu ve bu yüzden kitaplara göz ucuyla bakıyordu. Tam bu sırada bir kitabın ismi dikkatini çekmişti. '' Derine Gel ''. Hiç böyle bir kitap ismi duymamıştı. Kitabı eline alıp karıştırınca kitabın beş yıl önce basılmış olduğunu fark etti. Okurları tarafından çokça beğenilmiş olsa gerek ki onuncu baskıydı elinde tuttuğu kitap. Merak etmişti, bir yere oturup okumaya başladı bu yüzden. Gözüne çarpan ilk kısımda, kime ithafen yazıldığı yer alıyordu. '' Kızım Elizya’ ya '' .
Elizya hiçbir şeye anlam veremedi. Böyle bir günde, böyle bir kitapla karşılaşmasını neye bağlayacağını bilmiyordu. Kızının adı Elizya olan başka bir anne de olabilirdi elbet. Ama beş yıl öncesi… Tüm bunlar tesadüf müydü? Değildi, bilmiyordu.
Kitabı okumaya devam etti, sayfaları o kadar hızlı çeviriyordu ki, bir ara görevliden uyarı aldı. Kitaba zarar verdiğini farkında bile değildi çünkü.
Durdu. Hızlı hızlı geçtiği sayfaların birinde bir yazıyı atlamıştı. Geriye döndü. '' Git dediğine de, gitme diyemediğine de dön diyemezsin. Dönemem kızım… Sen, çiçeğime iyi bak ama en çok da kendine. En güzel çiçek sensin benim için. '' yazıyordu.
Kitabı annesinin yazdığına emindi. Elizya’ nın kafası iyice karışmıştı ve yapmak istediği tek şey annesinin olmadığı o eve gitmekti. Kitabı satın aldı ve yola koyuldu. Bir saat sonra oradaydı. Kapıyı açıp içeriye girdi. Hemen annesinin çiçeğinin olduğu o odaya girdi. Beş yıldır hiç girilmeyen odaya… Çiçeğin üzerinde bir not vardı ve Elizya bunu şimdiye kadar hiç fark etmemişti.
'' Küçük deniz kızım benim,
Seni neden sorusuyla bırakmak istemiyorum, seni bensiz bırakmak da istemiyorum. Ama bir gün senin yanında senden gideceğime, sen yanımda yokken gidiyorum. Ölüm bizi ayırmadan, giderken ölüyorum…
Seni seven annen… ''
Elizya ağlıyordu ama elden hiçbir şeyin gelmeyeceğini biliyordu. Demek annesi ölüyordu ve bunu kendisinden saklamak istemişti. Anladığı buydu çünkü… '' Ya dün öldüyse? Bugün hayatta mıydı? '' Bu soruların cevabını hiç bilmeyecekti artık Elizya. Kızgındı annesine, neden sorusundan daha acı sorular bırakmıştı ardında…
Kitabın arkasında bir CD vardı, kitabı alırken fark etmişti bunu. Şimdi sıra onu dinleme vaktiydi… Yatağına uzanmış, dinlemeye hazır bekliyordu… Ses gelmeye başlamıştı, Elizya' nın uyumasınaysa ramak kalmıştı…
'' … Küçük deniz kızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış ve bir deniz köpüğü olarak sonsuza kadar yaşamış. ''
Masalın sonunu yine duyamamıştı Elizya. Annesinin sesini duyunca, beş yıldır ilk defa huzurla uyumuştu. Annesi yanında değildi bu kez. Ama hayali başucundaydı. '' Derine Gel '' diyordu.
Elizya artık derindeydi…
En sevdiği masalın sonunu duyamamıştı yine Elizya. Senelerdir bu masalı dinliyordu ama sonunu hâlâ bilmiyordu. Çünkü her seferinde masalın sonunu duyamadan uykuya dalıyordu. Merak etse de hiçbir zaman okumuyordu. Annesinden dinlemek daha güzeldi onun için…
Elizya uyumaya giderken annesine seslenmişti.
-Anne, masal saatimiz geldi.
Annesi on dakika sonra gelmişti kızının yanına. Masal kitabını eline almıştı ama hiç mutlu değildi bu kez. Öyle ki kitabın yarısına bile gelmeden uykuya dalmıştı. Olsun, bu gece annesiyle uyuyacak, annesiyle uyanacaktı. İnanmıştı…
Uyandığında annesini yanında bulamamıştı, yatağından kalkıp sırayla mutfağa, salona baktı. Yoktu. Dışarıya çıkmış olabileceğini düşündü. Çok da üzerinde durmadan hazırlanıp dışarıya çıkmaya karar verdi. Döndüğünde annesini bulacaktı nasılsa… Evin içini kontrol etmek için odalara göz attı. Anahtarlarını alıp evden çıktığında, evin en az kullanılan odasında duran annesinin çiçeğinin üzerindeki nottan hâlâ haberi yoktu…
Elizya, annesinin nerede olduğunu tam iki gündür bilmiyordu ve başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Annesini tanıyan herkese onu sormuş, kimseden istediği cevabı alamamıştı. Hiç kimse '' şurada, falan yerde '' dememişti. Sanki ulaşamayacağı kadar uzaktı artık ona…
Aradan tam beş yıl geçmiş, Elizya artık annesini arayamaz hâle gelmişti. Kendisine bir ev tutmuş, annesinin olmadığı o eve yalnızca annesinin gittiği günde uğrar olmuştu. Odasına gidip oturuyor, bir zamanlar anne yemeği kokan mutfakta bir şeyler yiyip çıkıyordu. Annesinin çiçeğine hiç bakmıyor, solduğunu tahmin ediyordu. Çiçeğin, annesi tarafından eski hâline döndürülmesini istiyordu… Kitap okumak ve uyumak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Kitap almak dışında da dışarıya çok fazla çıkmıyordu zaten.
Yine o günlerden biriydi… Annesinin gittiği gün… Eve gidecekti ama önce kitap alması gerekiyordu. Kendi evine erkenden dönmek istiyordu ve bu yüzden kitaplara göz ucuyla bakıyordu. Tam bu sırada bir kitabın ismi dikkatini çekmişti. '' Derine Gel ''. Hiç böyle bir kitap ismi duymamıştı. Kitabı eline alıp karıştırınca kitabın beş yıl önce basılmış olduğunu fark etti. Okurları tarafından çokça beğenilmiş olsa gerek ki onuncu baskıydı elinde tuttuğu kitap. Merak etmişti, bir yere oturup okumaya başladı bu yüzden. Gözüne çarpan ilk kısımda, kime ithafen yazıldığı yer alıyordu. '' Kızım Elizya’ ya '' .
Elizya hiçbir şeye anlam veremedi. Böyle bir günde, böyle bir kitapla karşılaşmasını neye bağlayacağını bilmiyordu. Kızının adı Elizya olan başka bir anne de olabilirdi elbet. Ama beş yıl öncesi… Tüm bunlar tesadüf müydü? Değildi, bilmiyordu.
Kitabı okumaya devam etti, sayfaları o kadar hızlı çeviriyordu ki, bir ara görevliden uyarı aldı. Kitaba zarar verdiğini farkında bile değildi çünkü.
Durdu. Hızlı hızlı geçtiği sayfaların birinde bir yazıyı atlamıştı. Geriye döndü. '' Git dediğine de, gitme diyemediğine de dön diyemezsin. Dönemem kızım… Sen, çiçeğime iyi bak ama en çok da kendine. En güzel çiçek sensin benim için. '' yazıyordu.
Kitabı annesinin yazdığına emindi. Elizya’ nın kafası iyice karışmıştı ve yapmak istediği tek şey annesinin olmadığı o eve gitmekti. Kitabı satın aldı ve yola koyuldu. Bir saat sonra oradaydı. Kapıyı açıp içeriye girdi. Hemen annesinin çiçeğinin olduğu o odaya girdi. Beş yıldır hiç girilmeyen odaya… Çiçeğin üzerinde bir not vardı ve Elizya bunu şimdiye kadar hiç fark etmemişti.
'' Küçük deniz kızım benim,
Seni neden sorusuyla bırakmak istemiyorum, seni bensiz bırakmak da istemiyorum. Ama bir gün senin yanında senden gideceğime, sen yanımda yokken gidiyorum. Ölüm bizi ayırmadan, giderken ölüyorum…
Seni seven annen… ''
Elizya ağlıyordu ama elden hiçbir şeyin gelmeyeceğini biliyordu. Demek annesi ölüyordu ve bunu kendisinden saklamak istemişti. Anladığı buydu çünkü… '' Ya dün öldüyse? Bugün hayatta mıydı? '' Bu soruların cevabını hiç bilmeyecekti artık Elizya. Kızgındı annesine, neden sorusundan daha acı sorular bırakmıştı ardında…
Kitabın arkasında bir CD vardı, kitabı alırken fark etmişti bunu. Şimdi sıra onu dinleme vaktiydi… Yatağına uzanmış, dinlemeye hazır bekliyordu… Ses gelmeye başlamıştı, Elizya' nın uyumasınaysa ramak kalmıştı…
'' … Küçük deniz kızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış ve bir deniz köpüğü olarak sonsuza kadar yaşamış. ''
Masalın sonunu yine duyamamıştı Elizya. Annesinin sesini duyunca, beş yıldır ilk defa huzurla uyumuştu. Annesi yanında değildi bu kez. Ama hayali başucundaydı. '' Derine Gel '' diyordu.
Elizya artık derindeydi…
Hikayen farklı olmuş. Konuyu daha güzel göstermişsin.
YanıtlaSilçok etkileyici bir hikaye olmuş. kelimeleri hikayene yedirmişsin. Kalemin bu yönden kuvvetli. Sende yazar ışığı görüyorum. Tebrik ederim. Başarılar.
YanıtlaSilÇaresizlik çare değil ki. '' Gitmesi gereken kuşa uçma diyemezsin. '' ...
YanıtlaSilGüzel olmuş.
Okuduğum hikeyeler arasında en iyisiydi sanırım.Güzel kalemine,emeğine,ellerine sağlık.
YanıtlaSil