Ümit Özer...

Ben Ümit Özer. Bu dünyadaki zamanımı doldurdum. Ama dünyaya tekrar gönderilsem tekrar aynı şeyleri yaşamak isterdim. Hayatımda her şey 14 yaşındayken değişti. O zamana kadar sadece okumak için okuyan biri idim.

Bir okul gezisi sayesinde Çanakkale’deki kutlamalarda akrobasi uçaklarıyla tanışmam ile başlamıştı. İşte o zaman büyülenmiştim, tutulmuştum. NF-5 uçakları semada süzülürken ‘orada ben de olmalıyım’ diye geçirmiştim içimden. Gezi dönüşü ilk işim eksik olan konularımı tamamlayıp, onlar hakkında test çözmek olmuştu. Herkes bendeki bu değişime şaşırıp nedenini merak ediyorlar idi. Nedenini öğrendikten sonra benim bu ‘çalışkan’ hallerime alışmışlardı. Ben SBS’ ye hazırlanırken askeri lise sınavlarının duyurusu yapılmıştı. Hava Harp Okulu’na askeri liseden daha kolay girebileceğim için hemen başvuru yapmıştım. Ama mülakatlar için performansım çok kötüydü. Hemen antrenmanlara başlamam gerek idi. Bu arada sınava da çalışmam gerek idi. İkisini aynı anda nasıl yürüteceğimi bilmiyordum.  Aileme hayallerimden bahsettiğimde annem

“İnşallah oğlum, hayırlısı ne ise o olsun.”

Diye iyi dileklerini paylaşmıştı. Babam ise benim bu değişimimi garipseyerek bir şey dememişti. Aslında babamın da arkamda olduğunu, beni desteklediğini biliyordum. Babam pek gösteremiyordu bunu o ayrı…

Sabahtan öğleye kadar okulda, öğleden akşama kadar da antrenman yapıyordum. Sınav günü gelip çattığında bunun bir son olmadığını bildiğim için rahattım. Kendime inanıyordum, çok az zamanda çok iyi hazırlanmıştım. Sınavda barajı geçmiş, çok iyi bir derece yapmıştım. Sıra mülakatlardaydı… Mülakatları da geçmiştim. Artık Işıklar Askeri Havacılık Lisesi’nde öğrenciydim. Çok mutluydum ama bir sorun vardı. Okul yatılıydı. Ailemden ayrılmam gerekiyordu. Bu kararı verirken şaşırdığım tek şey babamın bana olan desteğini belirgin bir şekilde göstermesiydi. Babamın bana

“Oğlum, sana bu zamana kadar hiç karışmadım. Çünkü kendin için iyi olanı bulacağına adım gibi emindim. Belki bunu sana gösteremedim fakat babalar biraz böyledir. Ben de evladımdan ayrılmayı istemem ama önünde engel olmak da istemem. Senin için doğru olan, iyi olan ne ise onu yap ve kalbinin sesini dinle. Kalsan da gitsen de biz hep arkandayız oğlum.”

Demesiyle doğru olanı bulmaya çalışmıştım. O yaşımda ailemden uzaklaşmam ne kadar doğruydu bilmiyordum ama kalbimin sesini dinleyip gitmem gerektiğini çok iyi biliyordum. Öyle de yapmıştım. Bursa’dan İstanbul’a gelmiştim.

Yaşarken sadece bir ayda bütün hayatım, düşüncelerim, alışkanlıklarım değişmişti. İstanbul’a geldikten sonra çok korkmuştum. 14 yaşında bir başıma bu koskoca şehirde ne yapacağımı bilememiştim. Annemin gözündeki yaşlar beni üzmüştü. Sonra babamın gözlerine baktığımda beni iyi hissettirecek duygular vardı. Bana duyduğu gurur ve güven…

Babamlar beni okuluma yerleştirdikten sonra geri dönmüşlerdi Bursa’ya. Gitmeden komutanlarıma emanet etmişlerdi beni ve tabi ki emanet ederken

“Eti sizin kemiği bizim.”

Demeyi ihmal etmemişlerdi.

4 yıl…

4 yıl hiç gitmemiştim Bursa’ya. Annemlerle telefonda konuşuyorduk, arada onlar beni görmeye geliyorlardı. Annem

“Niye gelmiyorsun oğlum”

Diye sitem ediyordu. Özlüyordu beni, bende özlüyordum fakat bir gün o anıtın üzerinde şehitleri ben temsil ederek uçacaksam çok çalışmam gerekiyordu. Sonunda mezun olmuştum. Hem de birincilikle. İsmimi kütüğe çaktıktan sonra annemle babamın gözlerine bakmıştım sadece. O bakışlarda gurur ve korku vardı. Fakat o korkunun sebebi beni kaybetmek değildi, karşıma çıkacak olan engelleri aşamamamdandı. Ama böyle bir şey asla olmayacaktı. Buradan sonraki durağımsa Hava Harp Okuluydu. Konuşmamı da ailemin gözlerinin içine bakarak onlara ithaf etmiştim. Yanlarına gittiğimde annem ağlayarak

“ 4 yıl daha yoksun ha oğlum?”

Diye sormuştu. O şefkat dolu, huzur dolu kollarının arasında yerimi alarak

“İzinlerde hep yanındayım Sultanım. Bu sefer kurtuluşun yok.”

Diyerek cevaplamıştım. O dört yıl boyunca hasret kalmaya hiç niyetim yoktu. Babam hemen homurdanmıştı tabi.

“Desene pabucumuz dama atıldı. Artık bütün börekler çörekler sana yapılır. Bu iş hiç iyi olmadı şimdi Ümit.”

Babama sadece gülümseyerek cevap vermiştim.

“ E hadi. Burada sabahlamayacağız herhalde. Hem ben Bursa’yı, arkadaşlarımı, evimi, odamı özledim. Umarım odama dokunmadınız.”

Diye alayla konuşmuştum annemin moralinin düzelmesi için. Gerçekten de özlemiştim. O yaz ailemle, arkadaşlarımla geçirmek istiyordum. O yaz tatili boyunca annem nefis yemekler yaparak beş kilo almamı sağlamıştı. Okulun başlamasıyla tekrar ayrılık vakti gelmişti. Evimden, ailemden ayrılmak zordu ama bir yanda da hayallerim vardı. Hava Harp Okulu’na geldiğimde heyecandan elim ağıma dolaşmıştı. Her ne kadar lisede de askeri disiplinle okusak da orası bir farklıydı. Derslerimde başarılıydım, simülasyonda da başarılıydım ama gerçekte hiç uçmamıştım. Dersler başladıktan sonra ilk kez uçacaktım. Bende o maviliklerin huzurlu kollarında yerimi alacaktım. Tabi bir eğitmen eşliğinde… Çok farklı bir duyguydu uçmak. Kelimelerle anlatılamazdı. İlk kez uçtuğum için ufak tefek hatalarım olmuştu fakat pek önemli hatalar değildi. Dersler, komutanlar, uçuşlar derken her pilotun hayatında önemli bir yeri olan ‘ilk yalnız uçuşumu’ almıştım. Bir eğitmen eşliğinde değildi. Sadece asumanın maviliği ve ben… Yalnız… Baş başa… Uçağımı aldığım gibi havalanmıştım. Her şey çok güzeldi. Ama bu kadar iyi olmasından da korkuyordum. Kulenin beni uyarmasıyla inişe geçip havacılığın geleneğini yerine getirmiştim. Arkadaşlarım ve komutanlarım tarafından önce itfaiye hortumuyla ıslatılmış sonra beş şınav çekmem istenmişti. Tabi sonrasında benim için en eğlenceli kısmına gelmişti. Islak kıyafetlerimle onlara sarılarak onları ıslatmıştım. Eğlenceli zamanlardı. E gençtik o zamanlar. Hava Harp Okulu’nu da öyle böyle bitirmiştim. Ve şimdi iki sene de uçuş okulu vardı. O zamanlar sayılı gün çabuk geçer sanmıştım ama hiç geçmeyecekmiş gibi gelmişti. O sıralarda annem ve babamla konuştuğunda bir şeyler olduğunu anlamıştım. İlk defa tartışmışlardı. Aklım onlardayken uçuşa gitmiştim ve dikkatsizliğim yüzünden yaptığım hatayla ilk kırmızımı almıştım havada. O gün öğrenmiştim havacı birinin yerde ne yaşadıysa yaşasın yerde bırakıp öyle uçması gerektiğini. Gel zaman git zaman uçuş okulu da bitmişti. 3 yıl F-5 av önleme görevinde çalıştıktan sonra dilekçemi verip hayalim olan Türk Yıldızları filosunu istemiştim. Bir hafta sonra kabul edilmiştim. Neredeyse eğitmen olmak üzereyken tekrar öğrenci olmuştum Türk Yıldızları’nda. Çünkü o akrobasi hareketlerini yapmak hem zor hem de çok tehlikeliydi. Filodaki öğrencilik yılımda evlenmiş, mutlu bir aile kurmuştum kendime. Sonunda öğrencilikten kurtulmuştum. İlk gösterim ise Çanakkale’de anıtın üzerindeydi. Tam da hayal ettiğim gibiydi… Bu sefer 10 sene sonra o şehitleri ben temsil etmiştim. Türk Yıldızları filosunda 10. Senemdi ve bunun şerefine gökyüzündeydik. Herkes inerken ben liderden izin alıp biraz daha kalmıştım. Ki zaten bir daha canlı inememiştim. Uçakta anlayamadığım bir sorun oluşmuştu. Kuleden ailemde izliyordu beni ve bu sorun onların tedirgin olmasına neden olmuştu. Kuleden

“3 numara irtifa yeterli, atlayış serbest.”

Diye anons gelmişti ama ben ailemin orda olduğunu bile bile

“Atlayamam. Uçağı kurtarabilirim.”

Demiştim. Telsizden komutanımın sesi gelmişti.

“Yüzbaşı Ümit Özer hemen atla. Bu bir emirdir, hemen atla”

Ben yine bile bile komutanımın emrine itaatsizlik ederek

“Atlayamam komutanım. Bu uçakta yetim hakkı var.”

Demiştim. Bu sefer telsizden dayanamayacağım o ses geldi. O ses anneme aitti.

“Oğlum ne olursun atla. Bunu bize yapma.”

Diye yalvarmıştı resmen. Atlamaya karar vermiştim ama irtifaa yetersizdi ve benim son sözüm ise

“Atlamak için çok geç annem. Özür dilerim. Affedin beni annem. Hakkınızı helal edin.”

Olmuştu. Arkamda nasıl bir enkaz bıraktığımın farkındaydım ama çok geçti. Son bir umutla uçağın motorlarını çalıştırmaya çalıştım ailem için. Ne uçağımı ne de canımı kurtarabilmiştim.

Annem, babam, karım, çocuklarım… Bu acıyı onlara yaşatmak istememiştim. Fakat alışırlardı. Alışmak, hayatlarına devam etmek zorundaydılar.

Ben böyle yaşam geçirerek bu şekilde sonlandırarak dolmuştum bu fani dünyadaki süremi. Şimdiyse asıl hayatıma yolculuk ediyordum. Herkesin beyaz ışık olarak tasvir ettiği yere…

SON…



( Ümit Özer Türk Yıldızları’nda şehit olmuş bir pilotumuzdur. Fakat bu hikâye tamamen benim kurgumdur ve gerçek hayatıyla hiçbir alakası yoktur. Belki tanıyanlarınız vardır diye belirtmek istedim.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar