Mühürlü Kalemler

Gümüş kemerli cam hokkaya batırılan kalemin, kağıda damlattığı koyu damlalarla selamlıyordu geceyi Edip Behçet. Gece, daktilonun derin ve seyrek titreyişiyle yankılanıyor ve böylece bir karşılama sunmuş oluyordu genç şaire. Bu eşsiz selamlaşmaya gaz lambasının titrek alevi ve genze sonbahardan bir gün bırakan tütsü eşlik ediyordu. Gece, alaca bir karanlıkla kalemin kağıt üzerindeki raksına karışıyordu. Ah ne şahaneydi Edip Behçet için, yumulmadık göz kapaklarında geceyi ağırlamak. "Sancıyan kalem gecesi" derdi böyle gecelere ve şair dimağıyla, dilinden bir atasözü naziresi dökülüverirdi: "Akacak mürekkep hokkada durmaz." Böyle geceler umumiyetle karanlık odasında, soğuk duvara yaslı duran masanın alabildiğine konforsuz tahta sandalyesi üzerinde geçerdi ve sabahın ferah rüzgarlarıyla son bulurdu.

Sabah, güneşin ufak pencereden girmesiyle ve çatlak camın tüm rüzgarı odaya almasıyla geldi. Edip Behçet henüz yeni öğreniyordu şiir ilmini. Senelerini bu meşgaleye vermişti lakin sırrına yeni ermeye başlamıştı. Şiir için nazlı bir kız yakıştırması yapıldığını işitmişti. Şimdi bu söz, sözler içindeki yerinden sıyrılıp genç şairin havsalasına girmişti. Artık biliyordu şiirin ne kadar kıskanç ve kederli; soğuk ve coşkulu olduğunu.

Masanın üstü, bir kalabalık slogan atıyormuşcasına kaynıyordu. Müsveddelerden kelimeler, mısralar taşıyordu. Onlarca kağıt buruşturulmak üzere bekliyordu. Sabahın olmasıyla Edip Behçet'in geceyi ansıtan, mürekkep koyusu ellerinde bir şiir kalmıştı. Bu hissiyatın pahası yoktu. Köpüren suların coşkusu ve göndere uzanmak isteyen yalımların sabırsızlığıyla kalktı masadan.

Edip Behçet'in tek bir gayesi vardı: kalemin ve kelamın erbabı olmak. Tüm gayreti ve alın teri buna müteallik idi. Şiire ve edebiyata dair söylecekleri, yazacakları vardı. Öyle hissediyordu. Kendine bahşedilmiş bir şiir istidadı olduğuna iman ediyordu. Yazıyordu, yazması gerekiyordu, yazmasa ölecekti.

Şairlere yakışır bir esvapla çıktı evinin kapısından. Keten kahverengi pantolonu, ipek nefti gömleği ve koyu paltosuyla adımlıyordu sokağı. Eşkiya olsaydı silahını belinde taşırdı. Fakat o şairdi. Silahı gömleğinin cebinde durmalıydı. Çantası bir yığın kitap, dergi ve gazeteyle doluydu. Şiarı buydu, tek kitap okumazdı. En büyük yakınması da bu husustaydı. Ömrün kitap okumaya yetmeyeceğinden hayıflanırdı.

Gözleri kapalı yürüse bile adımları onu hep aynı yere sevk ederdi. Bir yıl önce bir kütüphanede rastladığı dava dostu Bedri Turgut'la birlikte kurduğu Tahrir Dergisi'ydi burası. Bedri Turgut'la tanışması bir tesadüf değildi, olamazdı. Aklında hep aynı atasözü yankılanırdı Edip Behçet'in: "Önce yoldaş sonra yol" Biliyordu ki bu yolda yürümekle vazifelendirilmişse, yoldaşını muhakkak bulacaktı. Bu yüzden bu buluşma bir tesadüf değil bir tevafuktu.

Dergi güç bela kurulmuştu. Muhakkak zordu istidatlı kalemleri bir araya getirebilmek. Nihayetinde Edip Behçet ve Bedri Turgut önderliğinde sekiz genç kalem, bir davanın sözcüsü olmak üzere kalem tokuşturmuşlardı bir yıl evvel. Dergi; üç odalı, geniş sofalı, sofasında büyük bir masa bulunan ev bozması bir yapıydı. Denkleştirdikleri para bu yapıya yetmiyordu bile. Önemsizdi. İçinde şiir yazılan bir kulübe bile bir mimari harikası sayılmaya kafiydi.

Dergide tenefüs edilen hava dahi bir servet mahiyetindeydi genç edipler için. Edebi muhavereler, şiir tahlilleri, eser tenkitleri, şiir okumaları gibi birçok edebiyat eylemi bu dergide icra ederlerdi. Her ay neşrolunan bu dergiye sekiz edibin her biri şiir yetiştirmek için bir sergüzeşt içinde bulurdu kendisini. Bugüne dek yayımlanan on bir sayıda da bütün edipler imza bulundurabilmişti. Birkaç gün sonra derginin on ikinci sayısına yani birinci senesine çatılmış olacaktı.

Edip Behçet, derginin kapısından ederi bir gece olan şiirini okuyarak girdi. Ne güzel bir selam vermeydi bu. Dergiye daha evvel iştirak etmiş yedi şair de bu selama derin bir sükutla yanıt verdiler. Çünkü olması gereken buydu onlara göre. İyi bir şiir alkışlanmazdı, zarafeti karşısında derin derin sükut edilirdi.

Her zamanki sohbetler tekerrür etti. Şiirler okundu, edebiyat çevresi etraflıca tahlil edildi. Bütün şairler on ikinci sayıya bir şiir yetiştirebilmiş olmanın haklı gururuyla başlıyorlardı söze. Dergi hiçbir zaman boş kalmazdı ama bugün başkaydı. Bugün derginin on ikinci sayısı matbaaya verilecekti. Hiç rastlanmamış bir coşku ve telaşla bütün edipler, dergiden matbaaya yol aldılar.

Nihayet derginin ilk senesini hitama erdiren on ikinci sayının ilk taslağıyla çıktılar matbaa kapısından. Şehir bir başka şehir, sokak bir başka sokak olmuş genç şairler için. Hep kirinden bahsettikleri dünyanın güzel yüzleri olabileceğini de düşündüler. Yürüyerek ilerledikleri bu yol, ilk kez böylesine güzeldi ve bahar çağrışımları yapıyordu.

Bitmesine yüreklerinin razı gelmediği yol bitmişti. Dergi karşılarındaydı. Gözleriyle gördükleri ve kulaklarıyla duydukları, sevinçlerini paslı bir bıçakla kesivermişti dergi kapısına geldiklerinde. Dergi kapısında askerler ve mühür, sokaklarda sloganlar, kulaklarda ihtilal haberleri vardı.

Yorumlar

  1. Edebiyatçının Biri12 Nisan 2016 20:37

    Birkaç iyi hatırına binlerce kötüye katlanmak gerekiyor bazen. Benim hâlâ ümidim var...

    YanıtlaSil
  2. HALİME NUR ARSLAN24 Nisan 2016 00:18

    Senin yazılarını okurken çok bilindik bir yazarın bir yazısını okuyormuş gibi hissediyorum kendimi. Şöyle söyleyeyim:
    Yine "Harikalı" olmuş kanka ?

    YanıtlaSil
  3. Tek kelimeyle harika olmuş. Nasıl bir yorum yazacağımı bilemedim. Çok güzel yazmışsın.

    YanıtlaSil
  4. ''yazan''ların başına ne kötü şeyler geliyor. Hikayede adı geçen Tahrir dergisiyle Haalimiz'in müşterek bir kadere tabi olacağını kim kestirebilirdi ki...
    Nihayet buralar yeniden bizim oldu. Bizim halimize tercüman oldu. Burada, olanlara kederlenen her kimse ki var olsun. Her kimse ki kalemi kurşuna, mürekkebi baruta tercih eden; var olsun. Her kimse ki silahını kalem belleyen, Allah onu muzaffer kılsın. Yenilgi yenilgi büyüyen zafere tüm itikatımızla inanıyoruz. Selam, saygı, dua ve ümit ile...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar